Devletler kamu hizmetlerini yerine getirebilmeleri için gereken finansman kaynağını vergilerden elde etmektedirler. Devletler için verginin önemi yadsınamazken, mükellefler ise elde ettikleri gelirden çeşitli şekillerde kesilen ve muhtemel faydasını dolaylı olarak gördükleri verginin ödenmesi için istekli davranmazlar. Günümüzde dikkat çekici konumunu koruyan vergi yüzyıllardan beri devlet ve mükellefler arasında çekişmeye sebep olan bir konu olarak süregelmiştir. Örneğin 16. Yüzyılda İtalya’da evlerden alınan vergilerden kurtulmak amaçlı çatısız olarak inşa edilip “ev olma niteliği” kazanmayan evlerden kurulu Trulli köyü bunun en dikkat çekici örneklerinden bir tanesidir.
Devlet için başlıca vergi kaynağı olan şirketler de elbette ki en yüksek veya en uygun vergi tutarını ödemek için değil, mümkün olan en düşük tutarda vergi ödemek için çaba göstereceklerdir. Bu kimi şirketler için kâr tutarını yükseltebilmek için yapılırken, kimileri ise bir çeşit gider kalemi sayılabilecek vergi tutarını düşürebilmek amaçlı olmaktadır. Nihai olarak şirketler kendilerinde uygun olarak gördükleri yöntemlerle mümkün olan en düşük oranda vergi ödemeyi tercih etmektedirler. Bu tutum kavramsal olarak “kaçınma” kelimesi ile 1fade edilebilir. Hanlon ve Heitzman (2010) tarafından geniş kapsamlı bir şeklide tanımlanan “vergiden kaçınma” teriminin vergi planlama stratejilerine ait bir süreci temsil ettiği ve bu sürecin bir ucunda belediye tahvillerine yatırım yapmak (vergi avantajı sağlamak üzere) var ise diğer ucunda “yasa dışı” vergi ile ilgili faaliyetlerinin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu kapsayıcı tanım içerisinde ifade edilen her iki uç arasında ödenen vergi oranını düşürmek amaçlı şirketler tarafından gerçekleştirilebilecek pek çok faaliyet bulunmaktadır. Kimi zaman kabul edilebilir bulunan bu faaliyetler kimi zaman ise kabul edilemez olarak nitelendirilmektedir.
Bu çalışmanın amacı şirketlerin içerisinde bulundukları bu faaliyetlerin kapsamlı olarak ele alınmasıdır. Öncelikle vergiden kaçınma kavramı tanımsal olarak ele alınacaktır. Henüz üzerinde genel olarak uzlaşı sağlanmış bulunan bir tanımı olmadığı için sıklıkla yakın anlamlara gelen kavramlarla arasındaki
farklara tanımsal olarak yer verilecek ve takip eden kısımda iş dünyasında en sık başvurulan vergiden kaçınma stratejilerine yer verilerek kavramsal kısım pekiştirilecektir. İlerleyen iki bölümde ampirik çalışmalarda vergiden kaçınmanın hangi ölçüler ile tespit edildiği ve firma özellikleri ile vergiden
kaçınma arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalara yer verilecektir.
Çalışmamıza öncelikle vergiden kaçınmanın tanımlanması ve benzer terimlerle arasındaki farklılıkların ortaya konması ile başlamayı uygun buluyoruz. Maalesef birçok muhasebe teriminde karşılaşılan bir durum olan “genel kabul görmüş bir tanımın bulunmayışı” vergiden kaçınma alanında da karşımıza çıkmaktadır.
Hakkında bunca çalışma olması rağmen net bir tanıma sahip olamamasının nedeni farklı disiplinlerin ilgi alanına girmesi ve her bir disiplinin kendi bakış açısına göre vergiden kaçınma konusu değerlendirmesi veya vergi konusunda mükelleflerin agresif tutumlarının farklı tarafların bu agresif tutumlar hakkında
farklı fikirleri olmasından kaynaklanıyor (kimi taraflarca kabul edilemez bir tutum kimi taraflarca kabul edilebilir olarak nitelendirilebilir) olabilir. İktisatçılar, maliyeciler, finansçılar, hukukçular ve muhasebeciler bu konu üzerinde araştırma yapan taraflardandır. Bu çalışma kapsamında bakış açımız iktisat ve finans teorilerini göz ardı etmeden daha çok muhasebe alanından olacaktır. Dolayısıyla tanımlamamız bu çerçevede şekillenecektir.
Vergiden kaçınma için yapılacak uygun tanımlamalardan biri yasal düzenlemelere uygun hareket etmek koşuluyla ya vergi doğuran olayın oluşmasını önlemek ya da ödenecek vergi tutarını en aza indirmek amacı
doğrultusunda yapılan uygulamalar olacaktır (Nar, 2015). Bu tanımda en dikkat edilmesi gereken husus uygulamanın vergi kanunları çerçevesinde kalmasıdır. Dolayısıyla vergiyi az ödeme gayreti içinde bulunan mükellefin herhangi bir suç işlediği öne sürülemez gibi görünmektedir. Ancak uygulamada durumlar biraz daha farklılaşmaktadır. Vergi kanunlarının sınırlarının net olmadığı durumlar vergi matrahını azaltmak isteyen mükellefler tarafından kullanılmaktadır. Özellikle Türkiye için geçerli bir durum olan vergi
mevzuatının sürekli değişmesi ve tüm dünyada var olan karmaşık finansal işlemlerin nasıl ele alınacağının bilinememesi sebebiyle oluşan zorluklar bu belirsizliklerin yani gri alanların doğmasına ortam hazırlamaktadır. Dyreng vd. (2008) kanunlara uygun olduğu sürece gri alanlar da dahil olmak üzere
her türlü vergi matrahını indirme çabasını (veya uzun vadede işletmenin nakit etkin vergi oranını azaltma çabasını) vergiden kaçınma kavramı içerisinde incelemektedir.
Bu noktada vergiden kaçınma davranışı “kanunlar çerçevesinde” hareket edildiği kabul edildiğinde vergi planlaması kavramı ile oldukça yakınlaşmaktadır.  İşletmeler tarafından diğer maliyet unsurları gibi
değerlendirildiğinde vergi de mümkün olan en az tutara indirilmesi amaçlanan bir kalem olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki devletin de bu tür planlama araçlarını destekleyici girişimleri bulunmaktadır. Devletlerin genel olarak ekonomiyi canlandırmak, etkinliği arttırmak ve istikrarı sağlamak amacıyla
vergi teşvikleri, istisnalar, muafiyetler gibi mekanizmaları yürürlüğe koydukları da görülmektedir. Örneğin yabancı sermayeli işletmelere sunulan vergi tatilleri bu kapsamda önemli bir vergi planlama aracıdır. Görüldüğü gibi vergi planlaması kapsamında da ödenecek vergi tutarının azaltılması amaçlanmaktadır. Vergi planlaması ve vergiden kaçınmayı ayıran hususun “vergiyi doğuran olayla ilişki kurulmaması” olduğu söylenebilir. Vergi planlamasında vergiyi doğuran olayla ilişki bozulmadan vergi doğuran
faaliyetler gerçekleştirilirken, vergiden kaçınma faaliyetleri sürecinde vergi doğuran olayla ilişki kurulmamaya çalışılmaktadır (Nar, 2015).
Vergi planlaması ve vergiden kaçınma arasındaki ayrımdan daha fazla dikkat çeken başka bir ayrımın ise vergiden kaçınma ve vergi kaçırma arasında yapılması gerekmektedir. Vergi kaçırma ve vergiden kaçınma arasındaki ayrım “kanuni olma” üzerine kurulabilir. Vergi kaçırma tabii olarak kanuni olmayan bir faaliyet olarak nitelendirilir. Oysaki vergiden kaçınma kimi akademisyenlere göre kanuni iken kimi akademisyenlere göre kanun dışı bir faaliyettir. Bu tür bir ikilem kanunlara uygun olma ve ahlaki açıdan kabul edilebilir olma sorunsalından kaynaklanmaktadır. Vergiden kaçınma nasıl ele alınırsa alınsın vergi kaçırmayla aynı etkiye sahiptir. Devletlerin vergi gelirini azaltmakta ve dolayısıyla mücadele edilmesi gereken bir konu olarak karşılarına çıkmaktadır (Otusanya, 2011).

Devletler açısından önlenmesi gereken bir konu olarak görünen vergiden kaçınma, vekalet teorisi bağlamında, ortaklar açısından da dikkat edilmesi gereken bir konu olmaktadır. Geleneksel olarak vergi olarak ödenmeyen tutarlar işletmeye yeniden yatırıldığından ve dolayısıyla ortaklara geri döndüğünden değer arttırıcı bir faaliyet olarak görülmekte iken son zamanlarda gelir dağılımında bir adaletsizliğe neden olduğu savunulmaktadır.
İşletme kaynakları ortaklardan yöneticilere veya azınlık pay sahiplerinden büyük ortaklara doğru kayabilmektedir. Ayrıca yöneticilerin menfaatleri doğrultusunda kullanabilecekleri bir kaynak da yaratılmaktadır (Chan, 2016).
Bu durumda da işletmenin değerinin azalması söz konusudur. Her ne kadar vergiden kaçınma kanunlara uygun olarak yapılan faaliyetler olsalar da “ahlaki olarak kabul edilebilir” görülmemektedirler.